BÜYÜLÜ BÜYÜK
KIZLA ORTANCA OĞULUN BULUŞTUĞU GÜN
(kulaklarımın duydukları ve gözlerimin gördükleri var hangisini dinlemek istersin - Bin Bir Gece, Şehrazat)
(kulaklarımın duydukları ve gözlerimin gördükleri var hangisini dinlemek istersin - Bin Bir Gece, Şehrazat)
Televizyonda bütün
kanallar önemli bir gazetecinin öldüğü haberini veriyorlardı.
Ard arda ünlü sanatçı ve profesörlerin ölümleri herkesi derin
bir kedere boğmuştu. Önceki gün hava durumunda sunucu güney
egedeki hava oluşumlarının olağan dışı olmaya başladığını,
metrekareye insan boyunu bulacak yağış düşeceğini, oluşacak
çok ciddi sellere herkesin dikkat etmesi gerektiği uyarılarında
bulunmuştu. Ortaca ve Dalyan Deltası kapkara buluta bürünmüş,
yükseklerde oturanlar denizin üzerinde uçsuz bucaksız korkunç bir
şekilde yığılan kapkaranlık bulutları görüyorlar, duruma akıl
sır erdiremiyorlardı. Korkunç devasa bir bulut. Sanki akdeniz
buhar olmuş göğe çıkmıştı.
Karadenizde her
yerden gelen sel haberleri, doğadaki bu umulmadık, görülmedik
hava değişimleri insanları buhrana sürüklemişti. Karadeniz
kıyıda yollar sıkıştırıyor yukarıda dağdan gelen seller.
Tersanelerden çelik sesi gelmiyor yıllardır. Üstüne bir de bu
bitmek bilmeyen seller yok mu.
Yönetenler,
ülkedeki kangren olmuş etnik yaralara çözüm bulunacağı
haberini duyurduğunda kimseden bir ses çıkmamıştı. Yurt dışı
cinayetleri ile ortalıkta dehşet verici bir hava eseceği
beklentileri ayyuka çıktı. Hava ve toplum allak bullak olmuştu.
Darbe üstüne darbe, yasak üstüne yasak, üniversitelerinde
tüyleri yolunmuş kaz üreten bir sistem, yaşadığı toplumun
sorunlarına sahip çıkması beklenen çaresiz yeni nesil, okumayı
hiç bir zaman sevmemiş ülkenin insanları, küresel siyasi
tektonik hareketler ve doğurduğu mecburiyetler. Nasıl olacaktı bu
çözüm. Fena yakalanmıştı ülke. Yönetenler bu meseleyi
çözeceklerinden bahsediyordu her yerde.
Fethiye, Marmaris,
Datça ve Bodrum kurşun gibi ağırlaşan bulutların etkisine
girmiş hala yağmur başlamamıştı. Yakındaki büyük Yunan
adalarını da içine alan koca bölgedeki herkes bu yağmurun çok
büyük felaketlere yol açacağına inanmıştı artık. Yöresel
radyolar yayınlarını durdurmuş ve bu kapkara bulutların
garipliğinden bahsederken, köylerdeki yaşlı dedeler neneler böyle
bir olaya hayatlarında hiç bir zaman şahit olmadıklarından dem
vuruyorlardı. Çıksın fırtına, yağacaksa yağmur yağsın
artık. Ama ne fırtına çıkmış ne de yağmur başlamıştı. Bu
tuhaf hava oluşumu ulusal yayınlarda haber olarak verilmeye devam
ediyordu. Bu yıl turist de gelmez artık.
Doğuda geçen
hafta yağan kar insan boyunu aşan kalınlıklara ulaşmış ve bir
türlü durmak bilmiyordu. Her yer bembeyaz kar altında kalmıştı.
Zaten bir türlü akamayan hayat iyiceden felç olmuş, yakacak hiç
bir şey de kalmamıştı. Bıkkınlık, yılmışlık ve içlerini
yakan kor bir ateşten başka bir şeyi yoktu doğunun. Neydi bu,
kader mi? İlk atalar Afrikadan yukarı çıktığından beri
Ortadoğuyu mesken tutmuşlar. On binlerce yıl önce verimli
topraklar ve suyun içinde mutlu hayatlar yaşanmış. Nice
uygarlıklar, nice toplumlara sofra kurulmuş. Kimi zaman göçüp
gitmişler bu diyarlardan kimi zaman geri dönmüşler. Bu
toprakların üzerinden akıp giden nehirler gibi, doğudan batıya,
batıdan doğuya kervan kervan insanlar renk taşımış, ses
taşımış, bilgi taşımış. Alt olmuş, üst olmuş. Şimdi donan
karın üzerine yeni kar yağmış. Doğuda kar durmak bilmedi. Barış
gelecek miydi bu kez? Çığ olup gelirse ne olacak?
İstanbul'da
2023'e kadar kurulması planlanan bir milyon nüfuslu yeni bir şehrin
projelerinden konuşuyorlardı uzmanlar. Halk bunu, bu şehirde bir
imparatorluğun kurulacağına, bu merkezin tüm Ortadoğu ve Batı
Asya'da hüküm süreceğine yoruyordu. Bu durum insanlar arasında
türlü dedikoduların yayılmasına yol açmış, internette hızla
yayılan bu söylentiler, televizyonların dikkatini çekmiş ve
tuhaf hava koşulları üzerine yapılan öngörüler, yerini hızla
imparatorluk dedikodularına bırakmıştı. Jeostratejistler böyle
bir imparatorluğun hayal ürünü olmaktan başka bir şey
olmadığını ve nasıl olamayacağını ince ayrıntılarıyla
aktarıyorlardı. Dünyadaki tüm batılı emperyal güçler yönünü
Çin'in durmak bilmeyen yükselişine çevirmişken orada gelişen
ayrı bir güç merkezinin kafasını küçükken ezmek için
Pasifik'te kendilerine yeni üsler oluşturuyorlardı. Amerika, Avustralya ile dans edip buralarda tilki uykusuna yatacaktı. Böylece,
Ortadoğu'nun alt seviyedeki hevesli güçlerine pehlivan güreşine
katılma fırsatı doğuyor ve olup biten çatışmaların da bundan
başka bir şey olmadığı ileri sürülüyordu. Her ülke kendi
çıkarına olan neyse ona yönelmek ve ne yapması gerekiyorsa onu
yapmak zorunda değil miydi? Haliyle farklı ittifaklar ve yeni
düşmanlar oluşuyordu. Ülke de derhal iç sorunlarını çözüp
koca bölgede yerini tekrar inşa etmeliydi. Devran bu devran, şimdi
değilse ne zaman sesleri çınlayıp kayboluyordu gökte. Doğunun
karını kürümek gerekiyordu, yoksa, çığın altında
kalınabilirdi. İstanbul gibi dev bir şehir düştü mü yoksa.
Ciddi miydi haberler? Herkesin kendi devranı, kendi katmanlı eş
zamanı işte.
Haberlerde Rodos
açıklarında 6.2 büyüklüğünde bir deprem olduğu bildirildi.
Fethiyede korku yaratmıştı. Güney Ege'de kimi yer hissetmiş
depremi, kimi yer hissetmemişti. Rodos'ta geçen yıl arda arda olan
depremler, Muğla'nın her yerinde tedirginlik yaratmış, o günlerde
bazı köylüler yüksek yerlere kaçmışlardı. Ne olur ne olmaz
kim bilir, denizden kükremiş koca dalgalar gelir yutar bizi,
korkusuyla. Şimdi ise kapkaranlık bulutların bir an önce yağışa
dönmesinden başka bir şey düşünülmüyordu. Marmariste
hastahaneler şiddetli baş ağrısından şikayet edenlerle
dolup taşmıştı. Doktorlar artık yetişemez olmuşlar öbür
hastalarla ilgilenemiyordular. Burada herkes kendini bulutlara
kilitlemiş onları ne İstanbulda kurulacak yeni imparatorluk
tartışmaları ne de yeni barış girişimleri ilgilendiriyordu.
Bulutlar insanların kafasını patlatacak hale getirmiş, sinir
krizine girenler, olup olmadık yere kavga çıkaranlar, ne olup
bittiğine akıl erdiremiyorlardı. Fethiye'den cinayet haberi geldi.
Bir adam karısıyla tartışmış sonra kavga, dayak derken adam
çekmiş tüfeği vurmuş kadını. Sonrada tutmuş kendisini
öldürmüş. Ambulans sirenleri yıkıyordu ortalığı.
Gece ve kara
bulutlar adeta her yanı kırıp geçirmeye hazırlanıyordu.
Kararmış gök yüzü çakacaktı şimşeklerini. Güney Ege
binlerce yıldan beri böyle bir doğa olayına tanık olmamıştı.
Korku, dehşet kol gezmeye başlamıştı her evde. Kapandı kapılar,
söndü ışıklar.
Önce umulmadık
bir gürültü koptu. Uyanık oturanlar ve yataklarında ani
gürültüyle uyananlar artık yağmurun başlayacağını
düşündüler. Bir gürültü daha koptu. Bu daha da güçlüydü.
Ardından binalar güçlü bir sarsıntı ile sallandı. Ne olduğunu
anlayan kimse yoktu. Hemen arkasından daha da güçlü bir sarsıntı
oldu ve uyanık olanlar panikle hala uyuyan yakınlarını uyandırmak
için koşuştular. Herkes kaçışmaya başlamıştı ki dehşetli
bir sarsıntıya yakalandılar. Her evde bağrış çağrış ve
çığlıklar kopuyordu. Sarsıntı durmak bilmiyor ve sanki evinizin
yanından geçen binlerce taş yüklü kamyonlar gibi gürültü
çıkarıyordu. Tüm Güney Ege İzmir'den Antalya'ya kadar
sallanıyordu. Yetmezmiş gibi uçsuz bucaksız göğü kaplamış
kapkaranlık ağır bulutlardan şimşekler çakmaya başladı. Her
yandan vuran güçlü ışık huzmesi girmedik delik bırakmıyordu.
Şimşekler bir dakikadan az bir süreyle tüm güney egeyi
aydınlatmıştı gecenin ortasında. Sarsıntılar sabaha kadar
sürdü.
Herkes korkunç
bir yağmurun korkusuyla bekleşirken kimse bir deprem olacağını
aklından bile geçirmemişti. Sarsıntılar durmuş, kara bulutlar
dağılıp gitmişti. Bölgeye gönderilen helikopterlerle yapılan
çekimlerde şaşırtıcı bir durum gözleniyordu. Hiç bir yerde
bir yıkıntı görülmüyordu. Tüm binalar, evler, parklar dimdik
ayakta duruyordu. Gönderilen kurtarma ekipleri de bölgede tek bir
kişinin bile ölmemiş olmasına şaşıp kalmışlardı. İnsanlar
hayatta kalmayı başarmıştı. Hepsi de sersemlemiş, kimi baygın
kimi yarı baygın yıkılıp kalmıştı. Ekipler korkarak
girdikleri binalardaki insanlara yardım etmeye başladılar. Tuhaf
bir durum fark ettiler. Yardım ettikleri insanlar seslerini
duymuyordu. El kol işareti yaptıklarında ise göremediklerini
anladılar. Bodrumdan, Marmaris, Datça, Dalaman, Fethiyeden gelen
haberler hep aynıydı. İzmir'den Antalya'ya kadar uzanan koca bir
bölgede herkes kör ve sağır kalmıştı. Kapkaranlık ve
sepsessiz bir dünyaya düşmüşlerdi.
Felaket ülkeyi
sarstı. Marmara depreminden bu yana bu kadar sarsıcı bir olay
yaşanmamıştı. Geçen yıl Van depremiyle yıkımın korkunç yüzü
tekrar görünmüş, binlerce binlerce insan hayatını kaybetmişti
ama dünkü sarsıntı çok çok daha büyük ve akıl almaz uzundu.
Bu yüzden kimse bu felaketten de insanların sağ kurtulacağını
beklemiyordu. Oysa herkes sağ kalmıştı. Bu kez de ölmeyip de
herkesin kör ve sağır kalması hem şaşırtıyor hem de zihinleri
allak bullak ediyordu. Yetkililerin hazırlıkları yıkımlar ve
ölümler içindi ama körlük ve sağırlık için elbette hiç bir
hazırlık yoktu. Bir gecede on iki milyon insanın kör ve sağır
kalması ise tümüyle akıl almaz bir olay. Zaten tüm dünyada
haber olmuştu bile. On iki milyon insanın kör
ve sağır kalmasını henüz idrak edememiş farklı şehirlerde bir
çok insan yakını ve tanıdıklarından telefon ederek haber almaya
çabalıyordu. Telefonlar kilitlenmiş meşgul çalıyordu hüzünlü
hüzünlü ama duyan yok. Yıkım insanların dünyalarındaydı.
Ötekinin sesini
duyamadan, yüzünü göremeden yaşamak nasıl bir şey? Renklerin
ve seslerin kayboluşu nasıl bir şey? Doğan güneş şu taraftan
gelen sıcaklık mı? Tarlalarda portakal ağaçları büyülü bir
koku salıyor. Gece ise soğuk. Ses yok. Sessizliğin ve karanlığın
zindanına gömülmüş on iki milyon kişi. Bir sağa bir sola ama
nafile. Göremeden, duyamadan ne yapabilir? Ötekini bulan elini
sıkıca tutuyor ve bırakmak istemiyor. Çocuk, genç, yaşlı,
kadın veya erkek on iki milyon insan. Birbirlerine sarılıp
ağlaşıyorlar. Ötekinin halini henüz bilmiyorlar. Nereden
bilecek, ses yok ışık yok. Bir damla gözyaşı, yüreği
hafifletecek. Küçük bir gülücük yürekleri aydınlatacak...
Bir derdi, bir
acıyı paylaşmaktan güzel ne olabilir ki onu hafifleten. Gitti
işte dünyanın tüm renkleri, aydınlık yüzleri, kuş sesleri,
çocuk çığlıkları, yağmur yağışı, sokak gösterileri tek
tek kayboldular. İçine gömüldü on iki milyon insan ve hayat
tümüyle durdu Güney Ege ve Akdenizin yakın kıyılarında. Artık
tek çare kokuda, dokunmakta ve tatta.
İyi ki onlar
kaybolmadı. Gök bizi tümüyle terk etmedi. Bir fırsat daha verdi
diğeriyle ilişkiye geçebilmek için, şükürler olsun. Ya öteki
de olmasa n'apardım, dedi yaşlı bir nine. Kim bilir ne için
cezalandırdı bizi. Bunun olacağı belliydi. Kimse komşusunu
umursamaz olmuştu. Herkes düşman olmuştu ötekine, kimse öbürünün
acısını paylaşmaz olmuştu. Belli ki şimdi bize bu cezayı
veren, duymamızı istedi. Duy dedi.
Herkes on iki
milyon insanın başına gelen bu duruma yalnızca acıyabiliyordu.
Yalnızca acıyorlar elleri ve kolları bağlı kendi hallerine.
İstanbul depremi de bununla tetiklenir mi ki. Ah ah ah bizim de
başımıza gelirse. Nereden çıktı şimdi
bu, tam da gaza basmış alıp başını giderken ülke, nereden
çıktı? Alt oldu üst oldu kimileri gaza basma fırsatı buldu
kimilerinin olmadı. Her üste geçen kendi fırsatçılarını
doyurdu, büyüttü. Yozgat'ın, Kırşehir'in veya Anadolu'nun diğer
terk edilmiş köylerinde, yıkık kerpiç evlerle dolu köylerinde
yaşamış insanları ve ülkenin diğer ötekileşen insanları hep
alt oluş yaşamak zorunda kalanları ise sabır merdivenlerinde
derviş oldular.
Afyondan
bir haber geldi. Denizlideki yakınlarını bulan bir ailenin önce
ağırdan görme kaybı yaşadıkları sonrada duyamaz oldukları
bildirildi. Aynı haberler Konya'dan Eskişehir'den gelmeye başladı.
Afetin asıl korkunç yüzü şimdi göründü. Körlük ve sağırlık
bulaşıyordu. Körlük ve sağırlık ayırt etmiyordu. Yutuyordu
herkesi. Ne meşe ağaçları kaplı manzaraları dinledi, ne
yıldızları, ne de ayı. Güneş çekilip gidiyor insanların
hayatından, dünyanın tüm sesleri yitip gidiyordu. Yerin yedi kat
altına. Ülke yerin yedi kat altına gömülüp gidiyordu.
Ortanca
Oğul dedi: Bir daha güneşi görmeyecekler mi?
Büyülü
Büyük Kız dedi: Seyyahın ayakları dengeli ve eşit adımlar
atmaz. Uyumun peşinden de koşmaz. Gök kendisini kimseye borçlu
görmez. Onun cömertlik kapısında bekçisi de yoktur. Güneş
parıltılı atını sürüyor hala. Görmüyorlarsa kendilerinden.
Kuşlar hala ötüşerek kanat çırpıyorlar, duymuyorlarsa
onlardan.
A. Devrim Karaca
Kaxumabuk
28 Ocak 2013
28 Ocak 2013