28 Ocak 2013 Pazartesi

Seyyahın Ayakları- RENKLER VE SESLERİN KAYBOLUŞU

BÜYÜLÜ BÜYÜK KIZLA ORTANCA OĞULUN BULUŞTUĞU GÜN

(kulaklarımın duydukları ve gözlerimin gördükleri var hangisini  dinlemek istersin - Bin Bir Gece, Şehrazat)

Televizyonda bütün kanallar önemli bir gazetecinin öldüğü haberini veriyorlardı. Ard arda ünlü sanatçı ve profesörlerin ölümleri herkesi derin bir kedere boğmuştu. Önceki gün hava durumunda sunucu güney egedeki hava oluşumlarının olağan dışı olmaya başladığını, metrekareye insan boyunu bulacak yağış düşeceğini, oluşacak çok ciddi sellere herkesin dikkat etmesi gerektiği uyarılarında bulunmuştu. Ortaca ve Dalyan Deltası kapkara buluta bürünmüş, yükseklerde oturanlar denizin üzerinde uçsuz bucaksız korkunç bir şekilde yığılan kapkaranlık bulutları görüyorlar, duruma akıl sır erdiremiyorlardı. Korkunç devasa bir bulut. Sanki akdeniz buhar olmuş göğe çıkmıştı.
Karadenizde her yerden gelen sel haberleri, doğadaki bu umulmadık, görülmedik hava değişimleri insanları buhrana sürüklemişti. Karadeniz kıyıda yollar sıkıştırıyor yukarıda dağdan gelen seller. Tersanelerden çelik sesi gelmiyor yıllardır. Üstüne bir de bu bitmek bilmeyen seller yok mu.
Yönetenler, ülkedeki kangren olmuş etnik yaralara çözüm bulunacağı haberini duyurduğunda kimseden bir ses çıkmamıştı. Yurt dışı cinayetleri ile ortalıkta dehşet verici bir hava eseceği beklentileri ayyuka çıktı. Hava ve toplum allak bullak olmuştu. Darbe üstüne darbe, yasak üstüne yasak, üniversitelerinde tüyleri yolunmuş kaz üreten bir sistem, yaşadığı toplumun sorunlarına sahip çıkması beklenen çaresiz yeni nesil, okumayı hiç bir zaman sevmemiş ülkenin insanları, küresel siyasi tektonik hareketler ve doğurduğu mecburiyetler. Nasıl olacaktı bu çözüm. Fena yakalanmıştı ülke. Yönetenler bu meseleyi çözeceklerinden bahsediyordu her yerde.
Fethiye, Marmaris, Datça ve Bodrum kurşun gibi ağırlaşan bulutların etkisine girmiş hala yağmur başlamamıştı. Yakındaki büyük Yunan adalarını da içine alan koca bölgedeki herkes bu yağmurun çok büyük felaketlere yol açacağına inanmıştı artık. Yöresel radyolar yayınlarını durdurmuş ve bu kapkara bulutların garipliğinden bahsederken, köylerdeki yaşlı dedeler neneler böyle bir olaya hayatlarında hiç bir zaman şahit olmadıklarından dem vuruyorlardı. Çıksın fırtına, yağacaksa yağmur yağsın artık. Ama ne fırtına çıkmış ne de yağmur başlamıştı. Bu tuhaf hava oluşumu ulusal yayınlarda haber olarak verilmeye devam ediyordu. Bu yıl turist de gelmez artık.
Doğuda geçen hafta yağan kar insan boyunu aşan kalınlıklara ulaşmış ve bir türlü durmak bilmiyordu. Her yer bembeyaz kar altında kalmıştı. Zaten bir türlü akamayan hayat iyiceden felç olmuş, yakacak hiç bir şey de kalmamıştı. Bıkkınlık, yılmışlık ve içlerini yakan kor bir ateşten başka bir şeyi yoktu doğunun. Neydi bu, kader mi? İlk atalar Afrikadan yukarı çıktığından beri Ortadoğuyu mesken tutmuşlar. On binlerce yıl önce verimli topraklar ve suyun içinde mutlu hayatlar yaşanmış. Nice uygarlıklar, nice toplumlara sofra kurulmuş. Kimi zaman göçüp gitmişler bu diyarlardan kimi zaman geri dönmüşler. Bu toprakların üzerinden akıp giden nehirler gibi, doğudan batıya, batıdan doğuya kervan kervan insanlar renk taşımış, ses taşımış, bilgi taşımış. Alt olmuş, üst olmuş. Şimdi donan karın üzerine yeni kar yağmış. Doğuda kar durmak bilmedi. Barış gelecek miydi bu kez? Çığ olup gelirse ne olacak?
İstanbul'da 2023'e kadar kurulması planlanan bir milyon nüfuslu yeni bir şehrin projelerinden konuşuyorlardı uzmanlar. Halk bunu, bu şehirde bir imparatorluğun kurulacağına, bu merkezin tüm Ortadoğu ve Batı Asya'da hüküm süreceğine yoruyordu. Bu durum insanlar arasında türlü dedikoduların yayılmasına yol açmış, internette hızla yayılan bu söylentiler, televizyonların dikkatini çekmiş ve tuhaf hava koşulları üzerine yapılan öngörüler, yerini hızla imparatorluk dedikodularına bırakmıştı. Jeostratejistler böyle bir imparatorluğun hayal ürünü olmaktan başka bir şey olmadığını ve nasıl olamayacağını ince ayrıntılarıyla aktarıyorlardı. Dünyadaki tüm batılı emperyal güçler yönünü Çin'in durmak bilmeyen yükselişine çevirmişken orada gelişen ayrı bir güç merkezinin kafasını küçükken ezmek için Pasifik'te kendilerine yeni üsler oluşturuyorlardı. Amerika, Avustralya ile dans edip buralarda tilki uykusuna yatacaktı. Böylece, Ortadoğu'nun alt seviyedeki hevesli güçlerine pehlivan güreşine katılma fırsatı doğuyor ve olup biten çatışmaların da bundan başka bir şey olmadığı ileri sürülüyordu. Her ülke kendi çıkarına olan neyse ona yönelmek ve ne yapması gerekiyorsa onu yapmak zorunda değil miydi? Haliyle farklı ittifaklar ve yeni düşmanlar oluşuyordu. Ülke de derhal iç sorunlarını çözüp koca bölgede yerini tekrar inşa etmeliydi. Devran bu devran, şimdi değilse ne zaman sesleri çınlayıp kayboluyordu gökte. Doğunun karını kürümek gerekiyordu, yoksa, çığın altında kalınabilirdi. İstanbul gibi dev bir şehir düştü mü yoksa. Ciddi miydi haberler? Herkesin kendi devranı, kendi katmanlı eş zamanı işte.
Haberlerde Rodos açıklarında 6.2 büyüklüğünde bir deprem olduğu bildirildi. Fethiyede korku yaratmıştı. Güney Ege'de kimi yer hissetmiş depremi, kimi yer hissetmemişti. Rodos'ta geçen yıl arda arda olan depremler, Muğla'nın her yerinde tedirginlik yaratmış, o günlerde bazı köylüler yüksek yerlere kaçmışlardı. Ne olur ne olmaz kim bilir, denizden kükremiş koca dalgalar gelir yutar bizi, korkusuyla. Şimdi ise kapkaranlık bulutların bir an önce yağışa dönmesinden başka bir şey düşünülmüyordu. Marmariste hastahaneler şiddetli baş ağrısından şikayet edenlerle dolup taşmıştı. Doktorlar artık yetişemez olmuşlar öbür hastalarla ilgilenemiyordular. Burada herkes kendini bulutlara kilitlemiş onları ne İstanbulda kurulacak yeni imparatorluk tartışmaları ne de yeni barış girişimleri ilgilendiriyordu. Bulutlar insanların kafasını patlatacak hale getirmiş, sinir krizine girenler, olup olmadık yere kavga çıkaranlar, ne olup bittiğine akıl erdiremiyorlardı. Fethiye'den cinayet haberi geldi. Bir adam karısıyla tartışmış sonra kavga, dayak derken adam çekmiş tüfeği vurmuş kadını. Sonrada tutmuş kendisini öldürmüş. Ambulans sirenleri yıkıyordu ortalığı.
Gece ve kara bulutlar adeta her yanı kırıp geçirmeye hazırlanıyordu. Kararmış gök yüzü çakacaktı şimşeklerini. Güney Ege binlerce yıldan beri böyle bir doğa olayına tanık olmamıştı. Korku, dehşet kol gezmeye başlamıştı her evde. Kapandı kapılar, söndü ışıklar.
Önce umulmadık bir gürültü koptu. Uyanık oturanlar ve yataklarında ani gürültüyle uyananlar artık yağmurun başlayacağını düşündüler. Bir gürültü daha koptu. Bu daha da güçlüydü. Ardından binalar güçlü bir sarsıntı ile sallandı. Ne olduğunu anlayan kimse yoktu. Hemen arkasından daha da güçlü bir sarsıntı oldu ve uyanık olanlar panikle hala uyuyan yakınlarını uyandırmak için koşuştular. Herkes kaçışmaya başlamıştı ki dehşetli bir sarsıntıya yakalandılar. Her evde bağrış çağrış ve çığlıklar kopuyordu. Sarsıntı durmak bilmiyor ve sanki evinizin yanından geçen binlerce taş yüklü kamyonlar gibi gürültü çıkarıyordu. Tüm Güney Ege İzmir'den Antalya'ya kadar sallanıyordu. Yetmezmiş gibi uçsuz bucaksız göğü kaplamış kapkaranlık ağır bulutlardan şimşekler çakmaya başladı. Her yandan vuran güçlü ışık huzmesi girmedik delik bırakmıyordu. Şimşekler bir dakikadan az bir süreyle tüm güney egeyi aydınlatmıştı gecenin ortasında. Sarsıntılar sabaha kadar sürdü.
Herkes korkunç bir yağmurun korkusuyla bekleşirken kimse bir deprem olacağını aklından bile geçirmemişti. Sarsıntılar durmuş, kara bulutlar dağılıp gitmişti. Bölgeye gönderilen helikopterlerle yapılan çekimlerde şaşırtıcı bir durum gözleniyordu. Hiç bir yerde bir yıkıntı görülmüyordu. Tüm binalar, evler, parklar dimdik ayakta duruyordu. Gönderilen kurtarma ekipleri de bölgede tek bir kişinin bile ölmemiş olmasına şaşıp kalmışlardı. İnsanlar hayatta kalmayı başarmıştı. Hepsi de sersemlemiş, kimi baygın kimi yarı baygın yıkılıp kalmıştı. Ekipler korkarak girdikleri binalardaki insanlara yardım etmeye başladılar. Tuhaf bir durum fark ettiler. Yardım ettikleri insanlar seslerini duymuyordu. El kol işareti yaptıklarında ise göremediklerini anladılar. Bodrumdan, Marmaris, Datça, Dalaman, Fethiyeden gelen haberler hep aynıydı. İzmir'den Antalya'ya kadar uzanan koca bir bölgede herkes kör ve sağır kalmıştı. Kapkaranlık ve sepsessiz bir dünyaya düşmüşlerdi.
Felaket ülkeyi sarstı. Marmara depreminden bu yana bu kadar sarsıcı bir olay yaşanmamıştı. Geçen yıl Van depremiyle yıkımın korkunç yüzü tekrar görünmüş, binlerce binlerce insan hayatını kaybetmişti ama dünkü sarsıntı çok çok daha büyük ve akıl almaz uzundu. Bu yüzden kimse bu felaketten de insanların sağ kurtulacağını beklemiyordu. Oysa herkes sağ kalmıştı. Bu kez de ölmeyip de herkesin kör ve sağır kalması hem şaşırtıyor hem de zihinleri allak bullak ediyordu. Yetkililerin hazırlıkları yıkımlar ve ölümler içindi ama körlük ve sağırlık için elbette hiç bir hazırlık yoktu. Bir gecede on iki milyon insanın kör ve sağır kalması ise tümüyle akıl almaz bir olay. Zaten tüm dünyada haber olmuştu bile. On iki milyon insanın kör ve sağır kalmasını henüz idrak edememiş farklı şehirlerde bir çok insan yakını ve tanıdıklarından telefon ederek haber almaya çabalıyordu. Telefonlar kilitlenmiş meşgul çalıyordu hüzünlü hüzünlü ama duyan yok. Yıkım insanların dünyalarındaydı.
Ötekinin sesini duyamadan, yüzünü göremeden yaşamak nasıl bir şey? Renklerin ve seslerin kayboluşu nasıl bir şey? Doğan güneş şu taraftan gelen sıcaklık mı? Tarlalarda portakal ağaçları büyülü bir koku salıyor. Gece ise soğuk. Ses yok. Sessizliğin ve karanlığın zindanına gömülmüş on iki milyon kişi. Bir sağa bir sola ama nafile. Göremeden, duyamadan ne yapabilir? Ötekini bulan elini sıkıca tutuyor ve bırakmak istemiyor. Çocuk, genç, yaşlı, kadın veya erkek on iki milyon insan. Birbirlerine sarılıp ağlaşıyorlar. Ötekinin halini henüz bilmiyorlar. Nereden bilecek, ses yok ışık yok. Bir damla gözyaşı, yüreği hafifletecek. Küçük bir gülücük yürekleri aydınlatacak...
Bir derdi, bir acıyı paylaşmaktan güzel ne olabilir ki onu hafifleten. Gitti işte dünyanın tüm renkleri, aydınlık yüzleri, kuş sesleri, çocuk çığlıkları, yağmur yağışı, sokak gösterileri tek tek kayboldular. İçine gömüldü on iki milyon insan ve hayat tümüyle durdu Güney Ege ve Akdenizin yakın kıyılarında. Artık tek çare kokuda, dokunmakta ve tatta.
İyi ki onlar kaybolmadı. Gök bizi tümüyle terk etmedi. Bir fırsat daha verdi diğeriyle ilişkiye geçebilmek için, şükürler olsun. Ya öteki de olmasa n'apardım, dedi yaşlı bir nine. Kim bilir ne için cezalandırdı bizi. Bunun olacağı belliydi. Kimse komşusunu umursamaz olmuştu. Herkes düşman olmuştu ötekine, kimse öbürünün acısını paylaşmaz olmuştu. Belli ki şimdi bize bu cezayı veren, duymamızı istedi. Duy dedi.
Herkes on iki milyon insanın başına gelen bu duruma yalnızca acıyabiliyordu. Yalnızca acıyorlar elleri ve kolları bağlı kendi hallerine. İstanbul depremi de bununla tetiklenir mi ki. Ah ah ah bizim de başımıza gelirse. Nereden çıktı şimdi bu, tam da gaza basmış alıp başını giderken ülke, nereden çıktı? Alt oldu üst oldu kimileri gaza basma fırsatı buldu kimilerinin olmadı. Her üste geçen kendi fırsatçılarını doyurdu, büyüttü. Yozgat'ın, Kırşehir'in veya Anadolu'nun diğer terk edilmiş köylerinde, yıkık kerpiç evlerle dolu köylerinde yaşamış insanları ve ülkenin diğer ötekileşen insanları hep alt oluş yaşamak zorunda kalanları ise sabır merdivenlerinde derviş oldular.
Afyondan bir haber geldi. Denizlideki yakınlarını bulan bir ailenin önce ağırdan görme kaybı yaşadıkları sonrada duyamaz oldukları bildirildi. Aynı haberler Konya'dan Eskişehir'den gelmeye başladı. Afetin asıl korkunç yüzü şimdi göründü. Körlük ve sağırlık bulaşıyordu. Körlük ve sağırlık ayırt etmiyordu. Yutuyordu herkesi. Ne meşe ağaçları kaplı manzaraları dinledi, ne yıldızları, ne de ayı. Güneş çekilip gidiyor insanların hayatından, dünyanın tüm sesleri yitip gidiyordu. Yerin yedi kat altına. Ülke yerin yedi kat altına gömülüp gidiyordu.
Ortanca Oğul dedi: Bir daha güneşi görmeyecekler mi?
Büyülü Büyük Kız dedi: Seyyahın ayakları dengeli ve eşit adımlar atmaz. Uyumun peşinden de koşmaz. Gök kendisini kimseye borçlu görmez. Onun cömertlik kapısında bekçisi de yoktur. Güneş parıltılı atını sürüyor hala. Görmüyorlarsa kendilerinden. Kuşlar hala ötüşerek kanat çırpıyorlar, duymuyorlarsa onlardan.

A. Devrim Karaca
Kaxumabuk 
28 Ocak 2013