12 Aralık 2012 Çarşamba

Seyyahın Ayakları-Beş rengin kısa öyküsü ( I, II )

Seyyahın Ayakları - beş rengin kısa öyküsü (I, II)                                      

(kulaklarımın duydukları ve gözlerimin gördükleri var hangisini  dinlemek istersin - Binbir Gece, Şehrazat)

- I -

Attı çubukları sonra çevirdi kitabın sayfalarını. İnsanlık kadar eski kitapta aradığı şekli buldu. "K'an" üzerinde "Sun" çıktı. Su üzerindeki Rüzgar veya ortanca Oğlanın üzerindeki büyük Kız. Şekil ve simge bir durumdan diğerine evrilme başlamış ve akıyor halde çıkmıştı. Yüzü güldü, seyyahın. "Dağılma" demek, bu imge. Zorlu bir yolculuk çamurlu olacak ta beş rengin kısa öyküsüne dek. Hemen yeni aydan sonra.

Yüce Temmuz'u temsilen Başerkek ve ulu İnanna'yı temsilen de kadınlar tapınağının Başkadını yakında birleşecek. Bu birleşmenin ardından canlılar doğurmaya başlayacak yeniden. Her ana, kendi kitabını doğuracak. Üzerinde yazılar görünmese de emzirdikçe belirginleşmeye ve şekil almaya başlayacak ona dair her şey. Ağır ağır bu kitabın sayfalarında belircek her şey tek tek. Ana okuyacak çocuğunu yudum yudum. Doğanın sırlarını, nazikçe emzirirken memelerinden kitabı, bir bir açacak.

İlkbahar, yaza yüz tutmuş, uyumlu, güzel kokulu, büyülü sesli büyük Kız kalçalarını oynatarak yürüyen. Büyülü ilkbahar kızının titreyen sesi süzülerek dağılmaya başladı her yanı saran yemyeşil yaban otlarının saçlarını tarayarak.

Katmanlı eş zamanlılık odun ateşi gibi çıtırdayarak yanıp uçuşuyor havada. Okuyanıyla yazı arasındaki bağ; çocukla onu emziren anası arasındaki gibidir. Çocuk kitaptır. Kitap, okuyanın tüm his ve hayallerini emer. Okuyan, boşalır ve dolar durmaksızın ve yeni düşlerin peşi ardına gider. Çocuğuyla dünyayı yeniden keşfe çıkan ana, okumayı öğrenir göğü ve yeri ve akan kendi yaşamını tekrar tekrar. Okumayı öğrenir. Çocuğu, boşalttıkça tüm his ve hayallerini, koyar yerine tümüyle bambaşka yenilerini. Ana kim, çocuk kim? Doğan mı öğretiyor doğuran mı? Bilge olan hangisi? Katmanlı eş zamanlılık odun ateşi gibi çıtırdayarak yanıp uçuşuyor havada. Anne çocuk, çocuk anne yan yana. Anne kendini emziriyor.

Tehlikeli ve dipsiz deniz suyu üzerinde ilerlemek ürkütücü, kaygı verici ve zor. Oyuncu, kurnaz ve çıkarsız. Bazen kederli, ruhu çökgün ve üzgün bazen dingin ve huzurlu. Zeki ve amaçsız. Kafası karışık, biçimsiz. İşte bu ortanca Oğlan. Her tarafını karın örttüğü bir kış gecesi gibi gizli saklı. Ayışığında denize kulağını vermiş, yumuşak huylu, güzel kokulu, kalçasını oynatan büyük Kız onunla birleşip uzaklaşacak. Deniz aşılmalı. 13 aralık günü yeni ayın ilk günü gece yarısı saat birbuçukta yola çıkacak. Ondan, altı gün sekiz saat sonra da buluşacaklar.

Ay ilk çeyreğinde henüz, beyaz hilali kalın bir kaşa döndü şimdi. Denizin gümüş renginde büyülü büyük Kız, salınarak o ada senin bu ada benim dolanırken ürkütür derin hayallere dalmış amaçsız ortanca Oğlanı.

Hayaller... 
Hamamın sıcak ve buğulu mor ışıklı havasını içine çekip, teni kaplayan nane kokulu yeşil suyun içine koyuvermiş kendini ve nilüfer yapraklarına konmuş altın kelebekler gibi hayaller. Hayaller toprak altı kokusu gibi nemli. Toprağı bile eriten kor kırmızı alevler kurutup kanını, kesince soluğunu, cana can katan bir dem dolacak yüreğinden içeri. Ölüşü anlatacak bir nefeslik ölüşü. Halden hale demlenmeyi. Karmaşa, acı, ızdırap, bunaltı, yıkım ve ölüşü bir anda. Zeki ama amaçsız ortanca Oğlanın hayalleri. Hali hal değil artık. Her şey batıyor dibine doğru. Yanıyor, içi yanıyor, dalıp dalıp hayallerinin en derinine ve uçup gidiyor. Kimdir beni hayallerimden ayıran?

Seyyahın Ayakları - beş rengin kısa öyküsü (I, II)
Gelecek, şimdi ve geçmiş birbiryle örümcek ağı gibi bağlı ve katman katman. Katmanlı eş zamanlılık nasıl bir şey? Hem kendi çevresinde dönerek hem de başka bir varlığın çevresinde dönerek. Hep birlikte daha da başka bir varlığın etrafında dönerek yol alıyor gökteki her şey. Etrafında döne döne yol alınan bu varlıklar öylesine devasaymış ki gözümüzün görebildiği aklımızın algılayabildiği seviyeden bakınca dümdüz bir yoldan başka bir şey yok. Yürüdükçe ilerlenen dümdüz bir hat. Şu an dikildiğim yerden bakınca arkası geride kalan geçmiş, önü önümüzde duran gelecekten ibaret bir hat. Halbuki gücümüz olsaydı ve iç içe dizilmiş portakallar gibi algılayabilseydik yüce evreni bam başka olduğunu o zaman algılardık; ne ön var ne de arka dikildiğimiz yerden başka. Ne geçmiş var ne de gelecek şu andan başka. Çember üzerinde neresi ön, neresi arka kestirilemediği gibi yaşamın da neresi gelecek, neresi geçmiş belirsiz. Hem geleceğe hem de geçmişe yürüyoruz cebimizdeki şimdiyle kat kat. Biliniz, değişim ve dönüşümden başka ne var şu alemde.

Kız ve Oğlan, büyü ve düş, tayfun ve girdap buluşacaklarmış beş rengin kısa öyküsünde 13 aralıkta ilk ayın görünmesiyle. İkisi de aynı yerde dikilirse olacak bu. Biri geçmiş bir gelecek. Biri giden, diğeri gelen. Aynı noktada buluşurlarsa.

devam ediyor,  11.12.2012 

- II -


Seyyah, elinde 5 bin yıl önce yazılmış, kainatın sırlarından faydalanabilmeyi anlatan en sevdiği kadim bir kitabı tutuyor. Anlatırlar ki, "Değişimlerin Kitabı" diye bilinen bu kitap aynı zamanda en eski yazılı felsefi metinmiş. Alimler çok kullanmış ve çok alim yetişmiş bu kitaptan. Lao Tzu pek bilinmez, ama, Konfuçyüs bilinir, onların el kitabı olmuş. Günümüzün tüm ileri bilim insanlarına göstermişler ama ne fayda ki onlar da nasıl işe yaradığına akıl sır erdirememişler. Bu yüzden bir tür falcılık kitabı sanılmış. Analitik Psikolojinin kurucusu Gustav Jung, bunun işe yaradığını batı dünyasına ilk anlatan kişi olmuş. Ama o da batı bilimin sınırları içinde çalışma ilkesini tam çözememiş. Hal bu ki bakmayı bilenler içinse bir nimet imiş bu kitap. El nasıl bakar kime ne, doğuda işler hep farklı yürümez mi zaten?

ulaşmak için
Kimi, uzun bir birliktelikte sevgilisiyle uyumlu olup olmayacağını anlamak için faydalanırken, kimi, gireceği yeni işin ne tür gelişmelere gebe olduğu fikrini edinmek için yada kimi devlet başkanları, ordu komutanları önlerinde duran savaş tehlikesini göze alıp almaması durumunda ülke nasıl etkilenebilir sorularına yanıt ararken, kainatın bu kadim fısıltısından yararlanıyor. Seyyah'ın derdi bunları bilmek değil hatta merak bile etmiyor ne geçmişi ne de geleceği... Kız ve oğlan buluşmalı.

Bu gece 12 aralık, 13 aralığa kavuşurken gece yarısı bir buçukta büyülü büyük kız ve uyumsuz çömez ortanca oğlanın birbirine kavuşma yolculuğu başlayacak.

Büyülü büyük kız çok sevgili değiştirdi bugüne kadar. İlk ergenliğe girdiğinde neşe ve mutluluk saçan biriyken yaşam yolculuğuna hazırdı. Biraz daha büyüdüğünde tutkuları artık saklı tutulamayacak hale gelmiş, ateş gibi sarıyordu vücudunu, hatta, yanı başındaki herkesi. Işık saçıyordu her yana, görmemek mümkün değildi. Şimdi, bir ilkbahar meltemi gibi yumuşak mizacı ve ılık gül kokulu nazik kişiliğiyle daha olgun. Ancak, tehlike altındayken duygularının etkisine çabuk kapılır. Korkuları uyanırsa eğer buz kesilip dokunduğu, hatta, yel gibi girdiği her şeyi yok eder. Ucu zehirli bir ok gibi yüreğe saplanır asla çıkmaz. Artık onu durdurmak imkansızlaşır. Böyle olunca büyük kız, kimse yanında olmak istemezdi.

Ay, şimdi kapkaranlık. Kurnaz ortanca oğlanı bulmak zor. O bir çömez, ne yapacağını bilmeyen ve her an fikrini ve durumunu değiştirebilen aslında yardıma muhtaç biri, ne düşündüğünü anlamak zor bu yüzden de hala tehlikeli güvenilmez bir ergen. Kıyıyı dövüp duran kabarmış dalgalar gibi bir hali vardır. Öyle bir gücü var ki darmadağın ve toparlaması çok zor. Zeki ortanca oğlan kadim kitaplarda domuz olarak anılırdı. Domuz, tanrıları öldürmesiyle bilinir ve pek hoşnut bakılmazdı. Kurnaz ortanca oğlanı tehlikeli ve korkunç, istenmeyen biri olmaktan kurtaracak tek kişi büyülü büyük kızdan başkası değildir, şimdi.

Ay, şimdi kapkaranlık...
12.12.2012 

gece yarısı ayın ilk günü


Büyük kız kumsala doğru yürüdü. Gökte yıldızlardan başka parlayan, ışıldayan, göz kırpan hiç bir şey yoktu. Yaklaştı kıyıya. Deniz suyu kıyıyı dövüyordu. Nazik edasıyla -Senin için buradayım, dedi. -Seninle olmak için erkenden geldim. Birazdan, ay ipince hilal şeklinde bir kılıç gibi belli belirsiz ışıldayacak ve yeni bir gün doğacak. Üstümüzü örten karanlık biraz daha kaybolacak. Şu ormana bak. Kim bilir içinde neler var neler. Sukunetini dağıtacak ve şarkılar söyleyecek...
-Senin için buradayım.

-Kim gönderdi seni, kim söyledi sana ihtiyacım olduğunu. Beni hayallerimden, düşlerimden ve sarhoşluğumdan alıkoymak mı istiyorsun? Beni halime bırak ve git buradan. Ne sana ne de ay ışığına kaldım ben...
-Kim gönderdi seni buraya, kimsin sen?

-Ben büyülü büyük kızım. Beni buraya kimse göndermedi ey hayallerinin sarhoşluğundan çıkmaya korkan ortanca oğlan. Sen ve ben şu gök ve şu yer gibi kendiliğinden buradayız. Yolun ırmağı bizi buraya taşıdı. Senin için buradayım. Evet, seni dipsiz hayallerinden çıkarmak ve aklını başından almak için buradayım. Seninle birlikte olmak için, ortanca kurnaz oğlan.
-Nereden biliyorsun beni, nasıl tanıyorsun beni? Yoksa, ben mi unuttum seni?
-Ortanca zeki oğlan, dinle beni! Aydınlığın ve değişimin tüm kudretinin kendinde toplandığı Gök ile en ulu kabul edici ve her şeyin doğuranı Yer'in en büyük kızıyım. Senden önce öfkeli ve şaşırtıcı büyük oğlanla birlikte oldum. Tüm kudretin kendinde toplandığı Gök'ün bulutları ve şimşekleri arasından gürleyen ve haykıran ondan başkası değildir. Birlikte olduğumuzda her şey çiçeklenir. Bu yüzden saldıkları hoşnut eden o kokunun her yanı sarması için de bundan daha iyi fırsat olamazdı. Her ne, ne kadar zor ve tehlikeli olsa bile, biz birleştiğimizde olur hale geliyordu. Güce güç katıyorduk. Yine, senden önce sakin ve dingin en küçük oğlanla da birlikte oldum. Tüm gücü ulu doğuran Yer'in denetiminde olan ve yerini değiştirmeyen hem de çok yüksek olan küçük oğlan bana uymaktan başka bir şey yapamazdı. Ama birlikte düzenli olarak birbirimize ilgi göstermeyi ve sevgi vermeyi öğrendik. Böylece hallerden hallere geçerken zevk almayı öğrendik.

-Şimdi de benimle olmak için geldin öyle mi? Eğer, ben istemezsem ne olacak?
-Buna, sen ve ben karar veremeyiz. Sen yalnızca benim burada olduğumu bil ve anımsa yeter. Bunu unutma.

-Ey büyülü büyük kız, senden başka kızı yok muydu Gök ve Yer'in?
-Olmaz olur mu hiç. Senden önce neşe ve mutluluk saçan en küçük kız ile de birlikte oldum. Her an, her türlü yolculuğa hazır, cana yakın ve cana dokunan, kalpten ilişki kurulabilecek kişi ondan başkası olamazdı. Bazı hayvanların zekası diğerlerine göre azdır, onları etkilemekte bu yüzden zordur. Onları ikna etmek ve bağ kurmak için samimi ve ön yargısız bir gönüle sahip olmak gerekir. Ne var ki bu tür bağın gücüne aldanmamak gerek. Düşmanla da bu tür bağ kurabilirsin. Bu bağı sana bolluk getireceğini düşünerek kurmamalısın. Neşeli ve mutluluk saçan en küçük kız ile birleşince gerçek sabır ve hakkaniyeti ve gönülden, kalpten dinginlikle öbürünün olabilmeyi öğrendik. Böylece en tehlikeli yolları bile göze alabilen bir ilişki yarattık. Ayrıca, senden önce zevk ve tutkuları uyanmaya başlamış ateşli ortanca kız ile de birlikte oldum. İçini dolduran şehvet, etrafını saran memnuniyet parıltısıyla, bize sadakat ve sarılmanın tadını sunacak olan, ondan başkası değildir. Onunla birlikteyken her yanı aidiyet huzuru sarar. Sonra, aidiyetin kuralları ve rolleri ortaya çıktı. Herkes ne yapacağını bilirse huzur bozulmaz. Onunlayken, bu sınırların ne olabileceğini öğrendik. Uyumun, dışarıyla bağımızda bizi nasıl güçlü kıldığını ve birleşmemizde zevkin, şehvetin, arzunun bizi bırakıp gitmediğini gördük.
 
13.12.2012 Devamı
Seyyahın Ayakları- RENKLER VE SESLERİN KAYBOLUŞU