22 Ağustos 2012 Çarşamba

Vermek için hep alışların "yapayalnız bir soluk"

Sonuna kadar almak diye bir şey olamaz. Ta ki bir gün, bir vakit, bir an peydahlanır maddi ve maneviyattan ibaret olan, yanıbaşında. Ancak ve ancak, vermek durumundasındır artık.

Elindeki bilyeyi iple, sarkaç gibi sallandırıp duruyor. Bakıp gördü ki sokaktaki duvarda, bir yay takılı. Bilyeyi sallayarak yaya isabet ettirmek için uğraşıyor. Tam da işte o an, bilye yaya çarptı. Ağır çekimdeyiz, şimdi. Yay, bir ucundan darbeyi aldı ve sıkışıyor. Sıkışıyor, sıkışıyor hafiften sağa sola sallanarak. Yuttu, yuttu darbenin enerjisini, artık sıkışacak yer kalmadı yayda. Şimdi de kusma anıdır yayın. Zaten dayanamıyor, kusuyor yay aldığı tüm enerjiyi, hızla topa doğru. Bu kez, top alıp başını yükseliyor, yükseliyor ta ki yaydan aldığı enerji bitene dek. Bu al gülüm ver gülüm ilişkisi bir zaman sonrasına, havadaki zerreciklerde tüm enerji tüyüp gidinceye dek devam eder ve bir vakit söner. Öyle zannederiz, söndü. Hareket hiç bir zaman, yok olmaz değişimin cenderesinde. Dönüşür hep.

"Haddin kadarsın enerji, işte sen de" der, bilyeyi sallandıran.

Ey moleküllerden, hücrelerden ibaret insan! Bil ki, sana da uğrar yaydan yayılan bu titreşimler.
Aklından evvel alır, bedenin titreyeni. Aklından evvel; görür gözün renkleri, kulağın işitir sesleri, dilin alır tadı, bedenin dokunur. Ciğerlerin soluk alıp verirken tam da aklından evvel, bir yerlere basarken; konuşup, yazarken bil ki ey insan önce titreşimi alırsın. Hep titreşimdir alıp verdiğimiz yer ve gök arasında. Yer ve Gök, tek tek hepimizi böyle izler.  Ne verdiysen onu alırsın, umma ötesini. Bil, ne alacağınsa yaydığın titreşimde saklıdır zaten. Vermiyorsan, yalnızsın yer ve göğün altında. Yapayalnız; ne bir renk, ne bir ses, ne bir koku, ne bir dokunuş, ne bir nefes yapayalnızsındır. Nefes alıyor insan doğunca ilk elden ve ağlamaya başlıyor vermek için Yer Ana ve Gök Ataya. 

Dönüşümün Renkli Dünyası başlıyor. Yakında!

A. Devrim Karaca
Nanogemi